30 Ocak 2012

Life In a Day


24 Temmuz 2010 tüm dünyada nasıl yaşandı öğrenmek ister misiniz?  Eğer yanıtınız evetse yönetmen Kevin Macdonald'ın birleştirdiği görüntülerden oluşan Life In A Day isimli filme buyrun. Youtube'un internet kullanıcılarına yaptığı "24 Temmuz'da hayatınızı çekin ve bize gönderin" çağrısıyla başlayan bu büyük proje kullanıcılardan büyük ilgi görmüş, 192 farklı ülkede kaydedilen 4500 saatlik görüntü açılan hesaba yüklenmiş. Uzun çalışmalar sonucu bu 4500 saat kısaltılarak/editlenerek/birleştirilerek 95 dakikalık bir film elde edilmiş. Gece saat 12'yi geçtikten hemen sonra başlayan film, dünya kendi ekseni etrafında bir kere döndükten sonra, yani ertesi gece saat 12'ye doğru son buluyor. Meydana gelen olaylar gerçekleştikleri/çekildikleri saate (aşağı yukarı) denk gelecek şekilde kurgulanmış. Dünya üzerinde gün içinde kimbilir kaç çift ayak yataktan inip yere basıyor hiç düşündünüz mü? Ya da kaç tane yüz yıkanıyor her sabah? Gün içinde yaptığımız ve neredeyse her gün tekrarladığımız bu temel hareketlerin bize özgü olmadığını, bizden kilometrelerce uzakta yaşayan milyonlarca insanla benzer pek çok davranış sergilediğimizi hatırlatıyor Life In A Day. Farklı dil, din, kültür, coğrafyada yaşasa da insanlığın buluştuğu ortak noktalar olduğunu gösteriyor. Hepimiz ihtiyaçlarımızı gidermek istiyor, ölümden korkuyor, ve mutlu olmayı bekliyoruz. Diğer bir deyişle, temel duygularımız, ihtiyaçlarımız, korkularımız aslında benzer. Bunları ifade ediş şekillerimiz, ihtiyaçlarımızı karşılama biçimlerimiz değişiyor sadece. Filmi izlerken beni etkileyen sahnelerden biri hayvanat bahçesinde doğum yapan zürafaydı. Dünyanın en rahat işini yapıyormuşçasına bir ifadeyle ayakta durup etrafına bakınırken yavru zürafanın doğması harikulade bir görüntüydü. İnsan kulesinin tepesine tırmanan küçük kız, paraşütle atlayıp çekim yapan çiftin görüntüleri ve hangi ülke olduğunu çok merak ettiğim keçilerin olduğu görüntüler de diğer favorilerim arasında. Filmin bir gün içinde gerçekleşen her şeyden bir örnek sunduğunu söylemek doğru olmaz. Bir tabut görüntüsü hatırlamıyorum mesela. Ama kullanıcı çekimleri ile oluşan bir filmin sınırları gönderilen videolarla çizildiğinden, filmden bu görevi beklemek haksızlık olur. Hem projeyi gerçekleştirenlerin böyle bir iddiaları olduğunu da zannetmiyorum. Amaç hem deneysel bir film üretmek hem de gelecek nesillere 24 Temmuz 2010'la ilgili kalıcı görsel bir belge bırakmak. Gönderilen görüntüleri izleyerek yaşadığımız gezegen üzerine çıkarımlar yapmak da biz izleyenlere kalıyor. 

Not: Life In A Day filmini Youtube üzerinden ücretsiz izleyebilirsiniz.

22 Ocak 2012

In Between Days


"Parachute Kids" deniyor onlara. Kuzey Amerika'da iyi bir eğitim almalarını isteyen aileleriyle birlikte, ya da bazen tek başlarına, Yeni Dünya'ya göç ediyorlar. Çok az İngilizce bilgisiyle ortaokul-lise seviyesindeki okullara transfer olan, yaşadıkları yeni dile ve kültüre adaptasyon sorunu yaşayan çocuk-ergenler onlar. In Between Days filminin ana karakteri Aimie de bu çocuklardan biri. Annesi ile birlikte geldiği Toronto'da tek arkadaşı Tran'le geçiriyor bütün günlerini. Tran de kendisi gibi Güney Kore göçmeni bir çocuk. Okulda kimseyle konuş(a)maması, dersleri anlamadığı için durmadan defterini karalaması gibi durumlar üzerinden tanıklık yaptığımız Aimie'nin yalnızlığı, geceleri çalışan annesinin yokluğu ile perçinleşiyor. Güney Kore'deki babasıyla hep sabah ışıklar ağarırken, uykusunu bölüp konuşuyor. Aynı evi paylaştığı annesiyle kurmadığı, kuramadığı yakın ilişkiyi ondan binlerce kilometre ötede yaşayan babasıyla kuruyor. Sokakta bulduğu kartın içinden çıkan aile fotoğrafında mutlulukla gülümseyen yüzlere bakmaya doyamıyor. Kendisinin sahip olmadığı aileyi bir başkasına ait fotoğrafta görüp saklıyor. Dilini doğru dürüst konuşamadığı bir ülkede yaşadığı yalnızlığın üzerine bir de Tran'le olan arkadaşlığında sorunlar yaşayınca ne yapacağını şaşırıyor Aimie. Yönetmen So Yong Kim, göçmenliğin ve aidiyetsizliğin arka planı oluşturduğu bu hikayede ilk aşkın sancısını anlatıyor aslında. İzleyiciyi ilk gençliğine, yaşadığı aşklara, kırıklıklara, üzüntülere, bekleyişlere, umut edişlere götürüyor. El kamerasıyla çekilen sahneler, bir de o her daim karlı, soğuk şehir ile Aimie ve Tran'in sıcak dostluğunun oluşturduğu tezatlık filmin sevdiğim özellilkleri. Yönetmenin ilk filmi olan In Between Days, 2006 Sundance Film Festivali'nde Special Jury Price for Independent Vision'a layık görülmüş. (4/5)

16 Ocak 2012

The Trip



Durmadan zıtlaşan, anlaşamayan, farklı telden çalan iki komedyen birlikte gurmelik turuna çıkarsa ne olur? Yönetmen Michael Winterbottom, 2006 yılında A Cock and Bull Story filminde bir araya getirdiği Steve Coogan ve Rob Brydon'ı 2010 yapımı The Trip projesinde yeniden buluşturmuş ve bu sorunun yanıtı aramış. The Trip, BBC'de 6 bölümlük bir mini dizi halinde yayınlandıktan sonra editlenerek uzun metraj film haline getirilmiş. Mini dizi halini bilemem ama film hali gurmelik kısmından ziyade Coogan ve Brydon arasındaki atışmalara, zıtlaşmalara, "ben daha iyi taklit yaparım" yarışlarına, esprilere, kısacası ikilinin ilişkisine odaklanıyor. Kahramanlarımız yarı kurgu, yarı doğaçlama senaryoda bir şehirden diğerine ilerlerken izleyici de yanlarına katıp İngiltere'nin tabiatına hayran bırakmak, ne yediklerini açıklamayarak merak uyandırmak, bol bol Michael Caine taklidine maruz bırakmak gibi misyonları da yerine getiriyorlar. Coogan'ın yalnızlığı, tek gecelik ilişkileri, sivri dilliliği  ile  Brydon'ın aile babalığı, karısıyla gece yaptığı telefon konuşmaları, yumuşak dilliliği ikili arasındaki en büyük tezatları oluşturuyor. İkisinin de komedyen olması, taklit yapabilmeleri, geyik muhabbetinde kaybolma azimleri, vs. ise buluştukları noktalar. Tek sorun izleyici kusturana kadar Michael Caine taklidi yapmaları. Arada temposu düşse de film sonlara doğru iyi toparlıyor. Coogan ve Brydon'ın mezarlıktaki diyalogları, arabada yaptıkları binbir türlü geyikler ve filmin kapanış sahnesi favorim. 2011 BAFTA Televizyon ödüllerinde En İyi Durum Komedisi dalında aday olduklarını, Steeve Coogan'ın En İyi Erkek Komedi Performansı ödülünü kaptığını da not edeyim. (3.5/5)

13 Ocak 2012

The Other Side of Immigration * Müzik



The Other Side of Immigration belgeselinden. Çok başarılı bir çalışma olmasının yanında şahane müzikleri ile de akılda kalan bir film.

9 Ocak 2012

Midnight in Paris: Geçmiş "Şimdi"de Güzel


Neredeyse herkesin izlediği ve ezbere bildiği filmin hikayesinden kısaca bahsedip pek kıymetli yorumlarıma geçeyim zira bininci baskı olacak olur da bu yazıyı okuyan olursa onlara. Bir Amerikalı çiftimiz var. Gil, yıllardır Hollywood'da işler yapmış, şimdi de ilk romanı üzerinde çalışan bir senarist. Nişanlısı Inez ise açıkçası ne üdüğü belirsiz bir hatun. Bir yerde mesleğine filan değiniyorlarsa ben kaçırmışım. Ana babası karun kadar zengin. Materyalist, Malibu'daki havuzlu evini bırakıp Paris'e taşınmayı hayal bile edemeyen, sanatla sırf laf olsun torba dolsun diye ilgilenen, entelektüel birikimden fersah fersah uzak, en son ne zaman kitap okumuştur Allah bilir-vari bir kadın. Gil'in kitap yazma çabasını da pek ciddiye aldığı söylenemez. Gil ise romantik, sanat ve edebiyata düşkün, entelektüel birikimini Inez'in eski sevgilisi Paul gibi gösteriş için kullanmayan, Hollywood'un yapaylığını bırakıp Paris'te yaşamaya dünden razı bir adam. Tabi bu iki karakter akla şu soruyu getiriyor: Bunların birbiriyle işi ne? Neyse, üstümüze vazife değil bu iki ayrık otunun neden bir arada olduğunu sorgulamak, aşkın gözü kördür deyip geçiverelim bu kısmı.

6 Ocak 2012

50/50: Ne Komedi Ne Drama


İşlediği konuyu bir güzel harcadığını düşündüğüm 50/50 genç yaşta kansere yakalanan Adam'ın hikayesini anlatıyor. Sağlığına dikkat eden, düzenli olarak spor yapan, sokak boşken bile kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmeyen, yeşili bekleyen, kısacası hayatını riske atmadan yaşayan biri Adam. Sırt ağrısı şikayetiyle gittiği doktoru ender görülen bir kanser türüne yakalandığını söylüyor. Evde internet üzerinden hastalığını araştırırken bu türe yakalanan hastaların hayatta kalma ihtimalinin yüzde elli olduğunu öğreniyor. Filmin kalanı Adam'ın hastalığını öğrendikten sonra değişen hayatı,  bu hayata alışma süreci, çevresindekiler -yani- en yakın arkadaşı Kyle, sevgilisi Rachel, anne-babası ve psikiyatrı Katherine ile ilişkileri üzerine kurulu. Bir de tabi film iki ihtimalden hangisi ile sonlanacak sorusu var.

4 Ocak 2012

Kütüphane Turu


Sırayla,

The Tiger's Wife - Tea Obreht (önceki kütüphane ziyaretinden gerçi bu)
Fame - Daniel Kehlmann
Girls of Riyadh - Rajaa Alsanea
Nocturnes - Kazuo Ishiguro

Aslında bir müddet sadece distopya okuyacaktım ama o sözümü bozalı epey oldu. 
Elbet geri dönülür, o kitaplar da okunur, nasip, kısmet.   

3 Ocak 2012

Bana Geleceğin Resmini Çizebilir Misin Katniss?

Herkesin okuduğu, hakkında konuştuğu, 2012’de ilk filmi gösterime girecek bu üçlemeyi okumasaydım herhalde gözlerim açık giderdim. Böyle bir şeyin olmasını tabi ki istemediğimden hemen kütüphaneden istettim üç kitabı. İlk kitabı yürek çarpıntısı ve binbir heyecan içinde okuduğumdan çok kısa sürede bitirdim. İkinci kitabın ilk yarısında fazla oyalandım; bir miktar sıkıcıydı. Son kitap elimde en çok sürünen kitap oldu zira kitabın sondaki ufak bir kısmı hariç geri kalanında sıkıntıdan buhran geçirmek üzereydim. En nihayetinde bitirdim, huzura erdim, ha şimdi ölsem gözlerim kapalı mı giderim, elbette hayır ama gözümü arkada bırakacak şeylerden biri eksilmiş oldu.